Clubmax Paylaşım PlatFormu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Clubmax Paylaşım PlatFormu

Hoşgeldiniz, Misafir.
En Son Ziyaretiniz:
Toplam Mesajınız: 0


 

Kayıt OlAnasayfaPortalli*Latest imagesAramaGiriş yap

 

 Felsefeye Giri$...

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Alone
BaşkanBaşkan
Alone


Erkek
Mesaj Sayısı : 2856
Nerden : A_n_t_a_l_y_A
Hobi : Müzik
Meslek : Öğrenci
Kayıt tarihi : 03/08/07

Özellikleriniz
Foruma Katılım %si::
Felsefeye Giri$... Left_bar_bleue100/100Felsefeye Giri$... Empty_bar_bleue  (100/100)

Felsefeye Giri$... Empty
MesajKonu: Felsefeye Giri$...   Felsefeye Giri$... Icon_minitimePaz Eyl. 16 2007, 14:01

TANRI,DÜNYA VE İNSANLAR

Felsefî öğretiler, sırasıyla özneye, nesneye ve bunlar arasındaki ilişkiye tanıdıkları statülerle birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Düşünmenin olası üç sabitleyicisinden (ben, dünya ve Tanrı) birine veya diğerine verilen yere göre değişik sistemler, fiilen, zaman zaman psikolojiyi, ahlakı veya mantığı, bilgi kuramım veya metafiziği ayrıcalıklı kılma eğilimindedir.

Felsefî öğretiler, sırasıyla özneye, nesneye ve bunlar arasındaki ilişkiye tanıdıkları statülerle birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Düşünmenin olası üç sabitleyicisinden (ben, dünya ve Tanrı) birine veya diğerine verilen yere göre değişik sistemler, fiilen, zaman zaman psikolojiyi, ahlakı veya mantığı, bilgi kuramım veya metafiziği ayrıcalıklı kılma eğilimindedir.
Filozofun yüz yüze geldiği sorunların muazzamlığı karşısında ilk ele alınacak olan, soruların sırasıdır: yani nereden, neyle veya kiminle yola çıkılacağı. Spinoza şöyle der: «Skolastikler işe nesnelerle başladılar, Descartes düşünceyle başladı, bense Tanrı ile başlıyorum.» Oysa bu başlangıç noktalarından her biri, sonuçsuz bir araştırmanın konusu olabilir ve kimi zaman bir öğretinin ağırlık noktası haline gelir. Nitekim, Spinoza 'da her şey, herhangi bir din fikrini dışlayan Tanrı veya Doğa (Deus sive natura) fikriyle başlayıp bitmektedir; daha sonraları Heidegger 'deyse her şey varlığın çevresinde dönecektir.


Buna karşılık, Sokrates ve onun, çok değişik biçimlerde yorumlanmış ünlü öğüdü «kendini tanı» (Gnoti seauton) ile ona özgü bir tarzda ortaya çıkmış olan özne veya bilinç sorusu, bir yandanDescartes'a (ve onun cogiıo'suna), diğer yandan Sokrates 'e bağlanacak ironi kavramına dayalı savını kaleme alacak olan Kierkegaard 'a ve nihayet «Descarıesçi Düşüncelen>i (Cartesianische meditationen) Sokratesçi sözün dolaylı bir uzantısı gibi olan Husserl 'e giden yolu açmıştır. Bir başka açıdan, her şeyden önce bilgi sorununa dayalı olan «kendini tam» manevî düşünceye ayrıcalık tanımaya çağırıyor, ölümün eşiğine kadar, başka bir yaşam umudu sorusunu açıkta bırakıyordu.


Auguste Comte 'a göre bir fetişizmin (kuşkusuz çoktanrıcılığın ilk biçimi) ilk konusunu oluşturan “dünya”ya gelince, o da bilimsel bilginin ayrıcalıklı konusu olmakla gecikmemiş, ardından da teknik için bir manevra alanı haline gelmiştir. Dolayısıyla felsefe bilime ve tekniğe göre yerini belirlemek durumunda kalacaktır; nitekim Aristoteles, köleliğin «mekiklerin kendi kendilerine dokuyabildikleri gün» son bulacağını belirtirken; Descartes , bilim sayesinde «doğanın efendileri ve sahipleri» olacağımız bir zaman hayal etmiştir. XVIII. yy'da Diderot ve d'Alembert, Rousseau 'nun itirazlarına rağmen, «bilim, sanat ve zanaattaki» ilerlemeyi övüyorlardı. XIX. yy'da Auguste Comte , kuramsal bilimlerle bunların pratiğe geçirilmesi arasındaki ilişkileri insanlık lehine düzenlemeyi önerdi; öyle ki insanlık «kendi yazgısına sahip olabilsin». XX. yy'da Heidegger , «varlık» konusundaki sorgulamasının yanında, «doğal enerjilerin korkunç çağrısı olarak teknik» konusundaki ünlü değerlendirmelerini yayımlayacaktır.


Tanrı'ya ilişkin sorular, felsefî çalışmalarda kimi zaman ilk sırayı işgal etmiştir; o kadar ki Ortaçağ'da felsefe «ilahiyatın hizmetçisi» (ancilla theologica) olarak görülüyordu. Buna karşılık, günümüzde bu sorular (özellikle Tanrı'nın varlığına inanma sorunu) Michel Serres gibi kimi düşünürler bakımından kesinlikle kişisel, özel ve uygunsuz, dışavurulmaya elverişli olmayan sorgulamalar olarak görülmektedir. Bununla birlikte felsefe, tam tersine hiçbir insanî alanın kendisine yabancı olmadığını ve her türlü insanî sorunun, gerek Tanrı'nın varlığı sorunu, gerekse «Tanrı'nın ölümü» (Nietzsche) sorununun dürüst bir biçimde sergilenip, gerektiği gibi tartışılmayı hak ettiğini kabul etmektedir. Felsefî araştırmaların belli başlı konularından birini oluşturan ben, dünya ve Tanrı arasındaki ilişki, özellikle iki soruna yol açmaktadır. Bir öznenin öznelliği ve özgürlüğüyle Tanrı'nın mutlak iktidarı veya doğanın yasaları çelişkisi olarak bir arada nasıl var olabilir? Bu üç güçten her biri, yalnızca kendi varlığıyla diğer ikisinin varlığını hiçe indirmez mi?


Üç temel soru


İnsanla Tanrı arasındaki ilişkiler sorununun çözümü teolojiye bırakılsa da, dünyada doğanın bilgisi ve insanın yeri sorusu çözüm beklemektedir. Bu temel sorular üzerine fikir yürütmek, «dogmacılık»tan göreceliğe kadar tüm meta fıziğin tarihini gündeme getirmektedir. Aristoteles'in başlattığı metafizik, Descartes tarafından birinci felsefe (prima philosophia) adıyla yeniden oluşturuldu. Platoncu dogmacılık örneğindeki gibi, mutlak hakikate ulaşılabileceğini kabul eden metafizik bilgi kuramı, metafiziği «görecelik»e doğru yönlendiren, eleştirel felsefenin kurucusu Kant ile birlikte bir «Kopernik devrimi» yaşadı.


Bilgi sorusunu yok saymamakla birlikte, başka birtakım düşünürler, her şeyden önce ahlak, ahlak kuralları ve temelleriyle ilgili sorunlara cevap aramaya önem verdiler. «En Üstün İyi»nin ne olduğu sorusuna hazcılar (hedonistler), Kireneli Aristippos (yaklaşık MÖ 435-355) ile, «Kötü acı olduğuna göre, lyi hazdır» cevabını vermişlerdir. Epikuros 'un (MÖ 341-270) ardından mutçular (ödemonistler), lyi'nin daha çok mutluluk olduğunu ileri sürerek, bu kavramı düzeltmişlerdir. Buna karşılık Stoacılar [ Seneca (MÖ 4-MS 65), Epiktetos (50-130), Marcus Aurelius (121- 180)] mutlulukla erdemi özdeşleştirmişlerdir; erdemiyse, her şeyden önce kendine hâkim olma, acıya düşmanlık ve dirençte kararlılık olarak tanımlamışlardır. Böylece bireysel ve toplumsal tutumların geniş felsefî alanında ve İyi ile Kötü konusundaki tartışmada günümüze kadar çatışmayı sürdüren ana yönelimler biçimlenmiştir.


Ancak felsefe kendini insan edimlerinin kısa vadeli hedeflerinin incelenmesiyle sınırlamaz. Bu nedenle bir bütün olarak insanî faaliyetten bekleyebileceklerimizi veya umabileceklerimizi ortaya koymaya çalışır. Bu nihaî felsefî sorgulama, insanlığın sonu sorusuyla, doğada ve ilahî yazgıda amaçlılık kavramlarını en ön plana yerleştirmektedir. Artık felsefeyi Kant tarafından formüle edilmiş şu üç soruya cevap olarak tanımlamak mümkündür: «Neyi bilebilirim? Ne yapmalıyım? Neyi ummama izin verilmiştir?» ; bunlar bilgi kuramının, ahlakın ve metafiziğin geleneksel alanlarını dile getirmektedir.







FELSEFENİN DOĞUŞU

MÖ VI. yy başlarında, Antik Yunan'da, daha doğrusu lyonya'da Millet'te (Anadolu'da Eski Yunan kolonisi), «bilge» niteliğini yalnızca tanrılara özgü gören birtakım insanlar, kendilerini filozof yani yalnızca bilgelik «dostları» ilan ettiler. Bu eski geleneğe göre, olaylarla ve görünüşlerle ilgilenmeyip, her şeyin ilkesi'ı olan şeyi araştıranları ifade eden flosofos kelimesini Pitagoras ortaya atmıştır.

Bu filozoflardan ilki olan Miletli Tales (yaklaşık MÖ 624-54'', hiçbir şey yazmamıştır. Bilinen tek şey ona göre, doğanın ilk öğesi olan sudur; bu öğe Anaksimandros 'a göre sonsuzluk; Anaksimenes 'e göre hava, Herakleitos 'a göreyse ateştir. Gerçekten de, doğuşundan itibaren felsefe, dünyanın kökenine ilişkin kozmogonik inanmışlara karşı, doğa bilimi veya gerçek bilgisi olarak kendini göstermiştir. Ve işte insana doğal öğelerin içinde, tanrılarla hayvanlar arasında, hak ettiği yerde bilgece durma imkân verecek olan da bu bilgidir.

Yine bu bakış açısına göre felsefe, daha ilk dönemlerden itibaren, öğrencilerine bilgelik yoluyla esenlik sağlamayı hedefleyen özgül bir faaliyet olarak tasarlanmıştır. Latinlerin sapientia adını verdikleri bu bilgelikle (sofia) kastedilen nedir? Eski filozofların tamamına göre, diyecektir Cicero ; «gerek ilahî ve insanî şeylerin, gererekse bunların dayandıkları ilkelerin bilimidir (veya bunların tam ve derinlemesine tanınmasıdır)»:.Oysa insanlar sitesinde başka? hiçbir faaliyet böylesi tutkulu bir proje ortaya koymamaktadır. Bu bağlamda, filozoflar ve filozof olmayanlar şu fikir üzerinde zımnen anlaşmaktadırlar: eğer felsefe diye bir şey varsa ve boş bir; kelime değilse, filozof da ilahî akılla şu veya bu ölçüde ilişki içinde bir varlık olmalıdır.

Bu nedenledir ki, ortaya çıkışlarından itibaren filozoflar, projeleri ölçüsünde alay konusu olmuş, mahkemelere düşmüş ve mahkûm olmuşlardır. Yine de ilk felsefî dünya görüşlerinin gözü pekliği belli bir şiirsellikle örtülüdür. Bu, özellikle MÖ VI. yy sonlarında Sokrates 'ten önceki dilde belirgindir: Karanlık (Skoreinos) olarak anılan Herakleitos 'a göre, doğanın evrensel yasası, «karşıtların birliği» yasasıdır. Bu oluş filozofuna göre, “her şey akar” (panta rheı) . Elealı Parmenides 'e göre, tam tersine; «yalnızca varlık mutlak, tek, sabit ve sonsuzdur». Empedokles 'e göreyse, ilk birliği kıran ve hava, ateş, sonra su ve toprak biçimindeki dört öğesiyle dünyayı meydana getirmiş olan anlaşmazlıktır. Bize yalnızca kimi bölümleri ulaşmış olan bu destanlar, henüz şiir ve metafizik karışımı bir yerdedir; bu da bu düşünürlere, baskı görme korkusu duymaksızın, doğaya ilişkin düşüncelerini ifade etme imkânı vermiştir.

Felsefe ve din

İnsan düşüncesinin ve tarihinin bu iki büyük üretimi olan felsefe ve din, birbirini bilmezlikten gelmek bir yana, son derece geniş bir savaş alanında, ilahî ve insanî şeyler ve bunları temellendiren veya var eden ilkeler alanında farklı silahlarla (akıl ve vahiy) çarpışarak, birbirleriyle boy ölçüşmekten hiçbir zaman geri durmamışlardır. Öyle ki tarihin değişik dönemlerinde, felsefe ile din arasında, her zaman açık veya gizli bir çatışma veya karşılıklı çekim yaşanmış, hatta ikisinden birinin diğeri içinde bütünüyle eridiği görülmüştür.

Nitekim din, Ortaçağ'da gerek Batı'da Hıristiyan âleminde, gerek Doğu'da lslam âleminde tek mutlak ve gerçek felsefe olarak sunulmadan çok daha önce, tıpkı Eski Yunan'da MÖ V yy'- dan itibaren olduğu gibi, her türlü “felsefeyi” kâfirlik (din düşmanlığı) veya sapkınlık olarak reddedip, mahkûm etmeye başlamıştır. Gerçekten de Atina tarihinde benzeri görülmedik bir dizi sapkınlık davası MÖ V yy'a damgasını vurmuştur. Doğaüstüne inanmayı reddetmek bir suç olarak görüldüğünden, düşünceleri doğayla ilgili olan, o dönem Yunan düşüncesinin ustalarının birçoğu cezalandırılmış veya kaçmak zorunda bırakılmışlardır.

Anaksagoras , kâfirlikle suçlanmış ve Güneş'in ışıldayan bir kütle olduğunu savunduğu için ölüme mahkûm edilmiştir. Mahkûm edildiğini öğrendiğinde Anaksagoras şu cevabı vermiştir: «Uzun zamandır doğa beni ve yargıçlarımı ölüme mahkûm etmişti.» Ancak öğrencisi olan Perikles tarafından kurtarılmış, bir tazminat ödemiş ve sürgüne gitmek zorunda kalmıştır.

Platon'un kendisine karşı bir diyalog (Protagoras)Protagoras da; «Tanrılar hakkında, ne var olduklarını, ne olmadıklarını, ne de nasıl bir görünüme sahip olabileceklerini bilemem» dediği ve şu unutulmaz Formülü yazdığı için, din düşmanlığıyla suçlanıp Atina'dan sürülmüştür: «Insan, olanların oldukları halleriyle, olmayanların ise olmadıkları halleriyle her şeyin ölçüsüdür.»

Bir başka filozof Meloslu Diagoras , küfrü cezasız kalınca, tanrılar kültünü aşağılamaya başlar. Bunun üzerine başına ödül konur; o da Korintos'a sığınarak, ömrünün geri kalan günlerini burada geçirmek zorunda kalır. Kendisine, yazgıyla ilgili olarak, fırtınadan kurtulmuş denizcilerin tanrılara sunduğu çok sayıdaki armağan gösterildiğinde, şu karşılığı verir: «Ya bir de fimnada boğulup gitmiş olanlar armağanlarını getirmiş olsalardı ne olurdu!.» Hepsinden daha çarpıcı olan Sokrates'e gelince, onun yargılanması örnek bir felsefî anlam kazanmıştır. Güçlü Anitos'un maşası Meletos adlı biri, o sıralar 71 yaşındaki Filozof aleyhine şu şikâyette bulunur: «Sokrates sitenin tanrılarını tanrı olarak tanımama ve onların yerine yenilerini geçirmekten suçludur; ayrıca gençleri baştan çıkarmaktan suçludur. İstenen ceza ölümdür». 220'ye karşı 281 oyla suçlu ilan edilen, ancak kendi cezasını kendisinin belirlemesi istenen ironi ustası Sokrates, sitenin kendisine kâhramanlara verilen onurlan vermesini, vermediği takdirde küçük bir tazminat ödemesini talep etti. Bunun üzerine baldıran zehiri içmeye mahkûm edildi.

Sokratesçi bilgelik

Felsefe böylece, Sokrates 'in ölümüyle, kuşkunun izleri altında doğdu. Felsefe, toplum adına yargılama durumunda olan mevcut iktidar tarafından mahkûm edilmişti. Oysa ki Sokrates, temyizde kendi davasıyla birlikte felsefenin davasını da kazanmıştı. Nitekim, sözleri bizleri hâlâ etkileyen bu şaşırtıcı kişiliğin daha sonraki başarısı, Sokrates 'in düşüncenin geleceğini kendini yargılayanlardan daha iyi temsil ettiğini kanıtlamıştır.

Sokrates 'in dersleri, öğrencisi Platon tarafından günümüzde tüm geçerliliğini hâlâ koruyan diyaloglarda toplanıp, yeniden oluşturulmuştur. Ne var ki Sokratesçi bilgelik, felsefî olarak çelişkilidir: en yetkin filozof olarak kabul edilen bu insan, yine de hiç- bir şey yazmamış ve kendisini hiçbir zaman bilge olarak sunmamıştır. Sorularıyla, muhataplarının kesinlikten yoksun bir dilin ve basmakalıp düşüncelerin ardında çıplak bir biçimde kendini gösteren cehaletini ortaya çıkarmakla yetinmiştir. Sokrates Yunanlıların en bilgesidir, çünkü hiçbir şey bilmediğini bilmektedir, oysa diğerleri bildiklerini sanmaktadırlar. Özellikle hakikati bir başkasından öğrenmemeleri gerektiğini bilmemektedirler. Platon 'un diyaloglarından birinde, Menon örneği bunu çok iyi gösterir. Hiç- bir eğitimden geçmemiş olan bu küçük köle, yalnızca Sokrates'in yerinde sorularıyla yol göstericiliğinde bir geometri probleminin çözümünü tek başına bulur. Yunanlıların «Yunan olmayan»dan, özgür insanların kölelerden kesin biçimde ayrıldığı bir çağda, Sokratesçi bilgelik, böylece hakikatin, Sokrates bile olsa hiç kimseye özel olarak ait olmadığım, herkese açık olduğunu öğretmektedir. Çünkü Sokrates , annesinin (ebe Fenaretes) bedenleri doğurttuğu gibi, kendisinin de yalnızca zihinleri doğurduğunu ileri sürmektedir. Sokrates'le birlikte, Cicero 'nun sözleriyle, «gökten yere inmiş olan» felsefe, her şeyden önce, birçoklarının üzerinde düşünmeksizin körcesine savundukları görüş ve önyargıların reddi olarak ortaya çıkmaktadır. Dahası, tek tek herkeste bulunduğu haliyle sadece insanî kaynaklar araştırmalarımızda bile bilgece kılavuzluk etmeye ve esenliğimizi sağlamaya yetmelidir.

Platon'a göre fılozof

Platon ustasının sorgulamalarını toparlayıp tamamlayacak ve araştırmalarını «lyi»ye bakışa dayalı siyasî bir öğretiyle taçlandıracaktır. Böylece felsefe site içinde, ruhlarında göksel ışığa doğru köklü bir geçiş gerçekleştirmiş olanlara özgü bağımsız bir faaliyet haline gelir. Mağaradan ve yanılsamalardan kurtulur, filozof eski tutsak arkadaşlarını aydınlatmak üzere siteye yeniden inmeden önce «lyi ldeası»na kadar yükselmek zorundadır.

Felsefe, böylece olumlu açıdan, siyasî eğitime dönük seçkinci bir eğitim, olumsuz açıdansa kendini ayrı tuttuğu, emekçilerin, kölelerin, zanaatçıların, tüccarların, savaşçıların ve kamu görevlilerinin faaliyetleri gibi faaliyetlerin zıttı olarak tanımlanmaktadır. Zihnin özgül etkinliği, filozofu sitenin manevî kılavuzu haline getirmek durumundadır. Bu durumda felsefenin önünde iki yönde geniş perspektifler açılmaktadır: biri onu güneş gibi aydınlatan «lyi ldeası»na doğru; diğeri yasalarına esin verdiği ve kurumlarını düzenlediği siteye (polis) doğru.

Hâlâ Sokrates 'ten esinlenen Platoncu filozofa gelince, o da kendini kendi olumsuzuna, yani kendi bedenini (filosomatos), zevklerini (fıledonos), parayı (filarguros), zenginliği (flokrematos), iktidarı (flarkos) ve onurları f(lotimos) seven «Filozof olmayan»a karşıt olarak tanımlamaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://clubmax.all-up.com
mazlum
Özel Üye
Özel Üye
mazlum


Erkek
Mesaj Sayısı : 1193
Yaş : 32
Nerden : ANTALYA
Hobi : Futbol Basketbol Pc oyunu
Meslek : ögrenci
Kayıt tarihi : 07/08/07

Özellikleriniz
Foruma Katılım %si::
Felsefeye Giri$... Left_bar_bleue100/95Felsefeye Giri$... Empty_bar_bleue  (100/95)

Felsefeye Giri$... Empty
MesajKonu: Geri: Felsefeye Giri$...   Felsefeye Giri$... Icon_minitimePaz Eyl. 16 2007, 14:22

paylasımın ıcın saol
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://clubmax.all-up.com/
 
Felsefeye Giri$...
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Clubmax Paylaşım PlatFormu :: HER TELDEN™ :: Edebiyat- Bilim ve Sanat :: Felsefe-
Buraya geçin: